Yorum: Dream Lake (Friday Harbor, #3)


Yazar: Lisa Kleypas
Yayınevi: Piatkus Books
336 sayfa
Türkçe çevirisi yok

Dream Lake takes readers once again to the exquisite setting of Friday Harbor, and tells the story of Zoӫ Hoffman, an innkeeper who has all but given up on love. She’s a gentle, romantic soul, but has been so hurt in the past that she dare not trust her heart with anyone. Especially not Alex Nolan. Alex is the most haunted of all the Nolan brothers.
He drinks to keep his demons at bay and not only has he given up on love, he has never, ever believed in it. Zoӫ and Alex are oil and water, fire and ice, sunshine and shadow.
But sometimes, it takes only a glimmer of light to chase away the dark. Dream Lake is classic Lisa Kleypas: romantic, powerful, emotional, and magical.

Lisa bu kitabında yine döktürmüş, hem hüzünlü, hem sıcak bir hava yaratmış. Nolan kardeşlerin en sorunlusu Alex'in dönüşümünü izlemek güzeldi. Zoe de onun kalbini güzel bir şekilde çaldı. Bu durumda, asla bir kadına aşık olmayı düşünmeyen üçüncü Nolan erkeğimiz de aşık olup mutluluğu buldu.

Kitap birkaç yıl öncesiyle başlıyor. Önce bir hayalet ile tanışıyoruz ama ne o, ne de biz adını bir süre daha öğrenemeyeceğiz. Boş evde kapalı kalması anlatılıyor ki o ev de yakın biraz zamanda Sam tarafından alınıp daha düzgün bir yere dönüştürülmeye başlayacak. Hayalet eve gelen Sam'i merak içinde izliyor ama Alex'i gördüğünde garip bir çekim hissederek peşine düşüyor, bir nevi Alex haunted bir şekilde ama hayaletimizin ona zarar vermesi gibi bir durum yok.


Alex en başta hayaletin bir göz yanılsaması olduğunu düşünse de zaman içinde sadece onun görebildiği ve duyabildiği bir varlık olduğunu hatırlıyor. Ondan kurtulmak için de kim olduğunu ve nereden geldiğini bulmaya çalışıyor. Ama bir gün Sam'in mutfağında Zoe ile karşılaşıyor ve ilk bakışta karnına yumruk yemiş gibi oluyor. Zoe de aynı şekil bir çekim hissediyor ama Alex o gün moronluk yaparak kızı biraz kırıyor, çünkü böyle hissetmeye hiç de alışık değil.

Zoe, kuzeni Justine ile bir inn işletiyor, yemeklerden de o sorumlu. Ve de yemekleri muhteşem denebilecek nitelikte. İçip içip bir ayyaş olma yolunda ilerleyen Alex'i bile etkiliyor ve yemesini sağlıyor. Ardından Zoe'nin başka bir eve ihtiyacı oluyor ve büyük annesinden kalan evi yenilemek için Alex'i tutuyor. Zoe'nin büyükannesi alzheimer gibi bir hastalığa yakalandığı için onu da yanına alıp beraber yaşamayı planlıyor. Alex ile evi düzenlerken birçok kere kendilerini bu çekime bırakıyorlar ama Alex malesef kıza kendinden hiçbir iyiliğin gelmeyeceğini söyleyip istemese de kendini ondan uzak tutmaya çalışıyor.

Alex de bu kitapta devrim geçiriyor aslında. Bir gün aynaya bakıp kendini geçmemesi gereken sınırın çok yakınında görünce ipleri eline alıyor ve içmeyi bırakıyor. Bu onun için ve de hayalet için zorlu oluyor, çünkü hayaletle sık sık atışmaya başlıyor. Kitapta birbirleriyle atıştıkları yerler komikti.

Peki bu hayalet kim? Hayaletin Zoe'nin büyük annesi Emma ile bir geçmişi olduğunu anlıyoruz. En başta ölen kocası sanıyoruz ama aslında birbirlerine gençlik aşkı ile vurulmuş bir ikili oldukları meydana çıkıyor. Hayaletimiz Tom, aynı Alex'in yapmakta olduğu hataları yapıp aşkının peşinden gitmemiş ve de savaş sırasında ölmüş biri. Bir nevi Alex'e örnek oluyor bu konuda.

Kitabın sonlarına doğru ise Emma hepten aklını kaybetmekte. Kapıdan çıkıp kaybolduğunda Zoe Alex'i çağırıyor, aslında araları bozuk çünkü ona sevdiğini söylemiş ve de Alex bunu görmezden gelmeyi seçtiğinde ayrılmışlar. Ama Alex de Zoe de acı çekmekteler. İşte Emma'nın kaybolması onları bir araya getiriyor ve Alex Emma'yı yolun ortasından çekerken çarpan arabayla ölüyor.

Ne ölüyor mu? Ben de yok olamaz dedim, tabi ki ölmedi ama benim gözyaşlarım da pek durmadı açıkçası. Alex yine de bedenine dönüp baktığında ve de Zoe'nin bedeni üzerinde hıçkırıklarla ağladığını gördüğünde onu sevdiğini söyleyemediği için yıkılıyor. Hayaletimiz Tom da "yukarıdan" gelen bir emirle onu bedenine yerleştirme işini gerçekleştiriyor, neyse ki başarıyla. Bu andan sonrası ise mutluluk dolu. Sadece tek bir acı-tatlı olay var, o da Emma'nın o gece ölmesi. Ertesi sabah Tom ve Emma elleri birbirine kenetlenmiş bir anda Alex'e görünüyorlar ve vedalaşıp gidiyorlar. Hepimiz bir nevi -Alex de dahil- Tom gittiği için üzülüyoruz ama nihayet 67 sene sonra mutluluğu bulduğundan da memnunuz. Bütün bu olanlar Alex'in Zoe'nin ne kadar önemli olduğunu görmesini sağlıyor ve epilog kısmında evlenme teklifini ediyor-ki çok güzel bir ayarlamayla, takdir ettim. Ondan sonrası happily ever after kısmı. 

Kitaba tek kelimeyle bayıldım, karakterleri, kurgu felan hepsi bence çok iyiydi. İlk kitaptan beri bu seri çok hoşuma gidiyor zaten. Sıradaki kitap ise Justine'i anlatıyor, onun hikayesini de feci derecede merak etmekteyim ama malesef şubata kadar beklemem gerekiyor. Siz hala Lisa'nın bu serisiyle haşır neşir olmadıysanız hemen olunuz.



Yorum Gönder

0 Yorumlar