2. ÜKG Blog Turu Güneşin Kızları - Corban Addison




Türkiye'de kız çocuklarının % 25'i, erkek çocukların % 15'i cinsel istismara uğruyor. İstismarcıların % 75'i evdeki aile bireyleri...


İlk blog turumuzu başarıyla yerine getirirken hepimizin aklında ikincisi vardı. Üstteki dipnottan anlaşılacağı gibi ilk kitabımızdakine benzer paranormal bir kitap seçmedik bu sefer. Feniks yayınevi - buradan ilgileri için onlara teşekkür ediyorum - ile anlaştık ve onların önerisiyle “Güneşin Kızları” kitabını seçtik. “Güneşin Kızları” sıradan bir roman değil, evet belki bir kurgu ama gerçeklere dayanan bir kurgu. Kitabı okumak için değil, okuyup kendinizi daha da bilinçlendirmek için okumanız gerek. 


Bu kitapta ne var diyebilirsiniz herhangi bir ön bilginiz yoksa. Kitap aslında Hindistan'daki kadın ile çocuk tacirleri ve kölelik konusu üzerinde durmuş ama yazarın amacı sesini tüm dünyaya duyurup, dünya genelinde bu durumu durdurma amaçlı. Yazarın kendisi de bu konuda çok bilinçli. Kurguyu hazırlarken gidip gözleriyle kızların ne durumda olduklarını görmüş. Kitap, aslında Hindistan’ın bozuk düzen anlayışını da anlatıyor, diğer ülkelere oranla gerçekten çok kötü durumda sistemleri. Kitabı okurken hem bu kadar bozulmuş bir toplum olacağına, hem de devletin birçok sisteminin bu denli rüşvet yiyen bir sisteme dönüşmüş olduğuna inanamıyorsunuz. Ama maalesef bu gerçek. 

Tanıtım

Tsunami, Hindistanda yaşadıkları kasabalarını dünya üzerinden silip ailelerini de ellerinden aldığında Ahalya on yedi, Sita da henüz on beş yaşındaydı. Kimsesiz kalan iki kız kardeşin tek kurtuluşları okudukları yatılı okula ulaşabilmekti.
İki kız kardeş Hindistanda bunları yaşarken, çok uzakta, dünyanın diğer ucu Washingtonda avukatlık yapan Thomas Clarke ise özel ve iş hayatıyla ilgili radikal kararlar alarak yeni bir hayat kurmanın eşiğindeydi.
Yolculuklarında acının başka bir yüzüyle karşılaşan Ahalya ve Sitanın kaderi akıl almaz bir şekilde Thomasla kesişir.
Güneşin Kızları yazgıya inat, umudun nefes kesici destansı bir öyküsü.
Hem hikâyesiyle hem de verdiği mesaj itibariyle Addison inanılmaz güzellikte bir roman yazmış. Güneşin Kızları geniş bir okur kitlesiyle buluşmayı hak eden bir yapıt.
John Grisham





Yorum

Orijinal adı: A Walk Across The Sun
Yazarı: Corban Addison
Feniks
463 sayfa

Kitapta birbirinden farklı kollarda ilerleyen, ama bir yerde kesişen iki olay akışı var. İlkinde Endonezya’daki o büyük tsunaminin etkisiyle Hindistan’ın deniz kıyısındaki şehirlerinden birinde yaşayan iki kız kardeşin evsiz ve yetim kalmaları anlatılıyor. Diğerinde ise Amerika’da ünlü bir hukuk şirketinde avukatlık yapmakta olan bir adamı anlatıyor. Peki bu iki kurgu nereden kesişiyor?

Ahalya ve Sita, Hindistan’da yaşayan ama kaderin bir cilvesi olan tsunami ile evsiz ve kimsesiz kalmış iki kız kardeşimiz. İkisinin birbirlerinden başka kimsesi yok ve yırtıcıların gölgesinde kaldıklarından habersizler. Olayları başlatan şey Ahalya’nın, babasının arkadaşlarından biri olan Ramesh Narayanan’ı görüp durumlarını anlatmasıyla başlıyor. Ramesh bu durumdan nasıl bir kar edeceğini görüyor ve kızları başka birine satıyor. Ramesh iğrenç bir karakter. Aldığı para da bir şey olsa neyse. Bu ticarette olay başka birinden başka birine satıldıkça artan parayla ilişkili. Ramesh aslında bir kurgu değil, dünyada onun gibi binlercesi var ne de olsa. Olaylar böyle başlayınca kendilerini bir genelevde buluyorlar ve korku içinde başlarına ne geleceklerini bekliyorlar.

Thomas ise Amerika’daki karakterimiz. Karısı bir Hintli, adı da Priya. Ama ilişkileri şu an sallantıda, çünkü küçük kızları Mohini 3 yaşında SIDS – Ani Bebek Ölümü sendromundan ölünce araları hepten açılmış bir haldeler. Priya onu terk edip baba ocağı Hindistan’a dönmüş, Thomas da Amerika’da sefillere oynamaya yakın bir halde. Ama olaylar bir anda tersine dönüyor. Thomas’ın şirketi kaybedilen davadan dolayı Thomas’ı günah keçisi yapıyor ve ona başka bir yerlere geçmesini öneriyor. Thomas da birkaç gün önce tanık olduğu çocuk kaçırma olayından dolayı CASE – Cinsel İstismarla Mücadele Derneği’ni seçiyor ve Hindistan’a gelip Priya’nın kendisini affetmesini sağlamaya da çalışıyor. CASE’deki pozisyonu hukuk danışmanlığı gibi bir şey ve genelev sahiplerinin çoğunun adam gibi yargılanmadan serbest bırakıldığını görünce iğreniyor ve duruma el atmaya başlıyor.

Ahalya ve Sita genelevde birçok şey yaşıyor. Ahalya yüksek bir fiyata satılıyor ve tecavüze uğrayıp masumiyetini yitiriyor. Psikolojik olarak da hiç iyi bir halde değil. Sita onu neşelendirmeye çalışıyor ama işe yaradığı söylenemez. Thomas ve ekibi ise bu iki küçük kızın haberini almış, polisle işbirliği yapıp genelevi basıyorlar. Ama Sita kısa bir süre önce başka birine satıldığından onu bir türlü bulamıyorlar, Ahalya’yı ise bir manastıra yerleştirip iyileşmesini sağlıyorlar. Tabi kardeşi olmadan ne kadar iyileşebilirse.

Thomas’ın dönüm noktası yaşadığı yer de Ahalya’nın yanında oluyor ve Sita’yı bulmaya kendini adıyor. Sita’nın izini bulmaksa pek kolay olmuyor ama bir yerde şans yüzlerine gülüyor ve onun Paris’te olduğu haberini alıyorlar, yine de geç kalıyorlar. Sita’nın başından geçenler de bir hayli karışık: Ülkeden iğrenç bir yöntem ile uyuşturucu kaçırıyor, Paris’te el değiştiriyor, sonra kendini Amerika’da buluyor… Kitabı okurken bu sektörün ne kadar organize olduğunu anlıyorsunuz.

Thomas Priya ile işleri yoluna koymaya çalışırken yine bir sorun çıkıyor bu ikili arasında. Amerika’daki arkadaşı da Sita’nın izini bulduklarını söylediğinde hem Priya ile arasına mesafe koymak hem de kızın peşine düşmek için Amerika uçağına atlıyor ve onu kurtarma operasyonunu izliyor. Bu kitap mutlu son ile bitiyor ama gerçek hayatta her şey bu kadar mutlu bitmiyor. Kitapta CASE çalışanlarından birinin söylediği sözü aktarıyorum size:

“Tabi,” dedi. “Ama seni umutlandırmak istemem. Bu işte sonu mutlu biten fazla olay görmedim.”

Bu söz belki de tüm olayın bir özeti. Yazarın kişisel deneyimlerini paylaştığını da göz önüne alırsak, gerçek hayatta işler gerçekten çok çok daha çirkin. Yazarın internette verdiği bir röportajı çevirdik ve bu konu hakkında neler hissettiğini, kitabı nasıl yazdığını yazarın ağzından dinlemeniz için hepimiz paylaşıyoruz.




Yazarın kitabı yazarken bu olayı çok detaylı araştırdığı bir gerçek. Hindistan’ı da gayet detaylı araştırmış, kitabında da bol bol Hint edebiyatından yararlanmış. Şair Naidu’nun ve başka şairlerin şiirlerinden de paylaşmış. Aynı zamanda Hindistan’daki sistemin ne denli yozlaşmış olduğunu da çok iyi anlıyorsunuz. Ve bu şartlarda faaliyet göstermeye çalışan  CASE gibi örgütlerin çabalarını takdir ediyorsunuz.

Kitabın sonunda yazarın bir notu var ve orada bu durumla savaşmak için neler yapılabileceğini paylaşmış: Sesinizi kullanın, dünya çapında faaliyet gösteren fuhuş karşıtı örgütlere mali destekte bulunun, ve son olarak da becerileriniz kullanın. Bunları yapmasanız bile bu kitabı okuduktan sonra yazarın vermek istediği bilinci kazansanız bu da bir artıdır. Çünkü Türkiye de bu durumdan acı çeken bir ülke. Resmi rakamlara göre 2052 çocuk kayıp, yaklaşık olarak 250 bin çocuğun istismar edildiği düşünülüyor. 2010 yılında yaklaşık 7000 çocuğumuza tecavüz edildiğini bilmek de midenizi buruyor. O yüzden bu konuyu lütfen göz ardı etmeyin.

Diğer bloglar bu konuda ne yaptı diye soracak olursanız:
Zimlicious yazar ile bir röportaj gerçekleştirdi.
Kitaplık Kedisi bu konu hakkında yazı yazdı.
Kağıt Kız ön okumasını ve kitapla ilgili bilgileri hazırladı.
Romancekolik ve Kitab-ı Sevda kitabı yorumladı.
Kitap Hayvanının Günlüğü kitabı yorumlayıp hikayenin ardındaki hikayeyi yazdı.
Sevgili Kitap inceleme ve kitaptan alıntıları hazırladı. 


Her yazıyı okumanızı öneririm. Bu sadece bir kitap okuyup yorumlama olayı değil, arkasında çok daha fazlası var. Bunu bir nevi sorumluluk projesi olarak ele alın, bilinçlenin, etrafınıza da yayın. Çorbada sizin de tuzunuz olsun. 






Yorum Gönder

0 Yorumlar